Dinler üzerine

Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, Türkiye’de doğup büyüdüm. Ancak tüm dinlere objektif bakmamı sağlayan, düşünmeye iten, sorgulamayı göz önünde bulunduran unsurlardan biri de bir çok dinden insanlar barındıran Kuzguncuk’ta yetişmem oldu. Ermeni, Yahudi bir çok komşumuz vardı. Kimi zaman komşumuzun, sinegogda sünnet törenine katılır, kipa (Yahudi takkesi diye bilinir) giyer, ilahi söyleyen amcaların arkasında yürürdük, kimi zaman Ermeni komşularımızın bayramlarını kutlardık. Onlar da Ramazan ayının bazı günlerinde iftar sofralarımıza katılırlardı. Hatta iftara katılacakları gün oruç tutarlardı. Önceki cümlenin başında kullandığım “onlar” kelimesi bile beni rahatsız ediyor. Devamını oku:

Roma Bileti’ni takip edenler de şahit oluyorlar, Roma’ya yerleştikten sonra sanat, tarih ve içinde mecburen dinler tarihi ile hobi olarak ilgilenmeye başladım. Ardından okula yazıldım, 4 Kasım’da La Sapienza Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okuyacağım. 3 yıl. Öncesinde 1 yıl boyunca 5 ders aldım. Edebiyat, Tarih, Sanat Tarihi, İtalyanca, Moda.

Hem hobi anlamında hem de eğitim anlamında tarihin, dinlerin içine bu kadar girmişken ilgimi çeken önemli noktaları sizinle paylaşmak istiyorum. Roma’da Katolik mezhebinin merkezi, Katoliklerin burayı ziyaret ettiğinde kendilerini hacı olarak atfettikleri Aziz Petrus Bazilikası’nı görüyorsunuz. Mutlaka ziyaret edenleriniz vardır.

Şu ihtişama bakar mısınız? Zenginliği tahayyül edemiyoruz bile. Dönelim antik Roma’ya. Az önce La Storia di Roma-Fabrizio Falconi’nin kitabını okuyordum. Antik Romalıların neye inandıkları ile ilgili bir yazı vardı. Herkes kendi tanrısına inanıyor, bu tanrılar hükümdarların düzeni altında imiş. Gece hükümdar bir rüya görüyor, tanrı ile konuşuyor, tanrı kendisine devlet ile ilgili önemli bir karar almasını söylüyor, o da sabah uyandığında halka bu rüyasını açıklıyor, yeni kararlar alıyordu.

Din konusu hassas bir konu. Herkesin inancına saygı duyuyorum. Ancak zenginliğin içinde, aslında hep güçlüyü koruyan fakat her söyleminde ezilenin yanındayız vurgusu yapan dinler 2000 yıl önce de vardı. Bugün bakıyoruz sabredin, açlıktan şikayet etmeyin, şükretmesini bilin, mütevazi hayatlar yaşayın diyen hiç kimse öyle yaşamıyor. Hep bir tezat.

Aklıma Maradona’nın bir sözü geldi. “Evet, Papa’ya karşı çıktığım doğru. Neden mi? Vatikan’a gittiğimde oradaki çatıların saf altından olduğunu gördüm. Sonra da Papa’nın vaazını dinledim. Diyordu ki: ‘Kilise, yeryüzündeki tüm fakir çocuklar için üzüntü duyuyor! Külahıma anlat!”

Uyuşturucu müptelası birinin söylediği sözlerin benim için bir hükmü yok diyenler olabilir. Maradona’nın hayatı kimseyi ilgilendirmez. Söz söyleme hakkımız yok. Doğru söze ancak şapka çıkarılır.

Roma’da, yaşadığım 3 yılda din etkisini yoğun olarak yaşadım. Her ne kadar Aziz Petruz Bazilikası örneğini vermiş olsam da sokak aralarındaki kiliselerin bile içine girdiğimde nefesim kesiliyor.

Bana göre dinlerin dünyaya en önemli katkısı bıraktıkları sanat oldu. İnanç çok güçlü bir şey. Bazen devletler çökertiyor, bazen devletler kuruyor. Bu anlamda dini sembollerin korunması zor olmuyor. Roma’da tüm çıplaklığı ile görebiliyoruz. Kiliseler, şapeller ve özellikle dini motifler taşıyan eserler büyük bir inançla korunmuş.

Aziz Petrus Bazilikası sanat anlamında dünyanın sayılı örneklerinden biri. Sadece içeride bulunan, Michelangelo’nun üzerine imzasını attığı yegane eseri olan kucağında İsa’yı tutan Meryem Ana Heykeli olan “Merhamet Heykeli” dahi burayı özel kılmaya yeter de artar. Ancak bazilika o kadar muazzam ki, içeriye girenler bazen onu bile kaçırıyor. Orası gerçekten anlatılmaz yaşanır.

Bana göre dünyada tek bir din var. İyi insan olmak. Onun da çizgileri çekilmiştir.

Son paragraf, herkesin inancına saygı duyuyorum. İnsanoğlu özgürdür. İstediğine inanabilir. Benim dikkatimi çeken şey din olgusunun insanlar üzerinde yarattığı etki, zenginliklerin içinde yoksullukların yaşanması.